“Pisan, şehrini inşa ederken, tarih boyunca yaşamış olan birçok ünlü kadını şehrin duvarları ve evleri için birer yapı taşı olarak kullandığı gibi, tezinin de yapı taşları olarak kullanıyor.“ Böyle söylüyor kaynaklar The Book of the City of the Ladies için. Kadınlar Kenti Kitabı, ironik bir kadın ütopyası. Epey "alay"lı. 14. yüzyıl Avrupa'sının ilk profesyonel kadın yazarı olan Pisan, siyaset ve siyasi ahlak, şövalyelik, savaş sanatı, kadınlar, kadınlara yönelik ayrımcılık ve eşitsizlik üzerine yazan bir toplum eleştirmeni ve filozof. Jean de Meun'ya ait 13. yüzyıl tarihli bir Ortaçağ Fransız şiiri olan Roman de la Rose ve Matheolus’un Lamentations adlı eserlerine birer cevap olarak tasarlanan bir düşülke burası. Akıl, Adalet ve Fazilet (Reason, Justice and Rectitude) adlarını verdiği üç kadın, aynı zamanda anlatıcı da olan Pisan’ın yardımıyla kendilerine bir şehir kuruyorlar. Yapısı “Hafıza Sarayı” (Method of Loci) biçiminde olan kitapta zihin, odalardan oluşan bir saray olarak düşünülüyor ve her odada başka bir bilgi, hatıra ve görsel tutuluyor. Pisan da kitabını bu yapıda inşa ederek gelecekteki kadınların geçmişteki hemcinslerinin ne kadar güçlü olduklarını anımsamalarını istemiş. Ömrümce arkadaşlıklarında bulunduğum ve bulunacağım tüm kadın dostlarımın tanışmasını istediğim bir isimdi Pisan. Şimdi, tüm dünyada ve ülkemiz özelinde kadınlar olarak tüm o sakalı gölgesindeki "ağırbaşlı bilginlere" karşı verilen bu kimlik uğraşında yön tayinimi netleştirebilmek üzre, fırsat buldukça seri halinde çevirip yayınlayacağım bu kıymetli ve benim için biricik metnin ilk parçasını sunuyorum böylece. Keyifli okumalar.
___________________________________________________________
İLK BÖLÜMÜ KİTABIN NEDEN VE HANGİ AMAÇ UĞRUNA YAZILDIĞINI İZAH EDEN KADINLAR KENTİ KİTABI BURADA BAŞLIYOR
Bir gün, etrafım her türden kitaplarla çevrili çalışma odamda tek başıma otururken, müzmin alışkanlığım olan edebiyat araştırmalarına kendimi verdiğim sırada, üzerlerinde epeydir çalışmış olduğum muhtelif yazarların ağır fikirleri üzerinde uzun uzun kafa yoruyordum. Böyle çözümü zor soruları bir yana bırakıp hafif şiirler okuyarak rahatlamaya karar vermişken kitabımdan başımı kaldırdım ve bu fikir eşliğinde küçük bir kitap aradım. Tesadüfen elime, bazı diğer kitaplarla birlikte verilmiş ama bana ait olmayan bir garip kitap geldi. Kapağı açıp da baş sayfada Matheolus'a ait* olduğunu gördüğümde gülümsedim, çünkü bu kitabı daha önce hiç görmemiş olsam da diğer birçok kitapta olduğu gibi kadınlara saygıyı konu ettiğini sıklıkla duymuştum. Kendimi oyalamak adına biraz karıştırabileceğimi düşündüm. Akşam olduğundan, hünerli annem biraz canlanayım diye yemeğe inmem için seslendiğinde pek uzun süre okuyor sayılmazdım. Bir sonraki gün göz atmak niyetiyle kitabı bıraktım. Ertesi sabah, alışıldığı üzre yine çalışmalarımın başına otururken Matheolus'un bu kitabını inceleme isteğimi hatırladım. Okumaya başladım ve az bir süre ilerledim. Çünkü yalandan hazzetmeyenler için nahoşluğunu, erdem ya da görgü geliştirmede bir faydasını göremeyişimi, söylem ve tema bütünlüğünden yoksunluğunu düşünerek ve oraya buraya şöyle bir göz gezdirdikten ve sonunu okuduktan sonra, dikkatimi daha yüksek ve yararlı çalışmalara yöneltmek emeliyle kitabı yere koydum. Daha kitaba ilk bakışta, yetkinlik yönünden hiçbir ağırlığı olmamasına rağmen bu kadar çok farklı erkeğin -ve aralarında eğitimli erkeklerin- nasıl oldu da hem konuşmalarında, hem bilimsel çalışmaları ve yazılarında, kadınlara ve kadın davranışlarına karşı bunca kötü hakareti dile getirmeye böylesi meyilli olduklarını merak eder oldum. Sadece Matheolus değil, (kaldı ki bu kitabın kötü bir ünü vardı ve hiciv amaçlı yazılmıştı) daha genel bir biçimde, tüm filozofların, şairlerin ve hatiplerin eserlerine dayanarak bu yargıya varıyorum; -burada tümünün adlarını saymak hayli zaman alır- görünen oydu ki hepsi bir ağızdan konuşuyordu. Hepsi kadın davranışının her türde ahlaksızlığa mütemayil ve yine bu ahlak bozukluğuyla dolu olduğu fikrinde birleşiyorlardı. Bu meseleler üzerinde derinlemesine düşünürken yaradılıştan bir kadın olarak kendi karakterimi ve davranışlarımı yoklamaya koyuldum. Benzer şekilde sıkça arkadaşlık ettiğim prensesler, asil hanımefendiler, orta ve alt sınıfa mensup olan ve kendilerini adil bir tarafsızlıkla ve vicdanım rahat biçimde yargılayacağımı umarak bana dostane, en mahrem ve derin düşüncelerini açan diğer kadınları hesaba katarak bunca muteber erkeğin beyanlarının doğru olup olamayacağını düşündüm. Ne kadar süre boyunca bu sorunla yüzleşmiş ya da meselenin en derinine ne kadar inmiş olursam olayım, söylenenleri kadın karakteri ve onun doğal davranışlarıyla kıyasladığımda tüm bu iddiaların nasıl doğru olabileceklerine bir türlü akıl sır erdiremedim. Fakat yine de bunca ünlü adam, görünüşte her konuda sağgörü, böylesi derin ve büyük feraset sahibi öyle vakur bilginlerin bu kadar sık yanılmış olabileceklerine ihtimal vermeyerek -ki, yazarı kim olursa olsun daha sonuna kadar dahi okumadan kadınlara dil uzatan birkaç paragraf ve belli bölümler içermeyen bir ahlak kitabı hemen hemen yoktu- fikir yürütmelerim kadınlar aleyhine hararetlendi. Kısacası, tek başına bu sebeple, basitliği ve cehaletinden dolayı idrakimin kendi büyük kusurlarımı ve aynı şekilde diğer kadınların hatalarını algılamamış olmasına karşın, sorunun tam da bu olduğu sonucuna varmıştım. Ve bu sebeple kendi hislerim ve bildiklerimden çok başkalarının hükümlerine güvendim. Öyle uzun süre bu düşünceler silsilesine saplanmıştım ki, sersemlemiş gibiydim. Tıpkı fışkıran bir kaynak gibi birbiri ardına hatırladığım bir dizi otorite (adam), bu konu hakkındaki görüşleriyle birlikte zihnime doluştu. Ve en nihayetinde karar verdim ki, Tanrı kadını var ederken aşağılık bir yaratık vücuda getirmişti ve bu kadar saygın bir sanatkarın, söylediklerine göre her türlü fenalık ve ahlaksızlığın aracı olduğu kadar sığınağı ve meskeni de olan nasıl böyle adi bir eser ortaya koymaya tenezzül etmiş olabileceğine hayret ettim. Aklımda bu düşüncelerle, kalbimde fevkalade bir mutsuzluk ve hüzün yükseldi zira tabiatımız bakımından hilkat garibeleriymişizcesine kendimden ve tüm kadın cinsinden nefret ediyordum. Ve ağıtımda dilimden şu sözler döküldü:
Ah, Tanrım, bu nasıl olabilir? Çünkü inancımdan sapmadığım sürece, senin sonsuz bilgeliğinin ve noksansız merhametinin değersiz bir şey yaratmayacağından asla şüphe etmemeliydim. Sen bizzat kendin, kadını özel bir biçimde yaratmadın mı? Ve o günden bu yana, senin rızanı kazanmak için gerekli olan temayülleri ona sen vermedin mi? Nasıl olur da sen, herhangi bir şeyde hata etmiş olabilirsin? Oysa kadınlar adına hükmedilen, karar verilen ve neticelendirilen tüm bu suçlamalara bir bak. Bu nefrete nasıl bir anlam yüklemeli bilmiyorum. Eğer durum böyleyse, adil Tanrım, ve sahiden kadın cinsi bir dizi menfurlukla doluysa, bizzat sen her meselenin sabit oluşunda iki veya üç tanığın ifadesinin güvenilirlik verdiğini söylüyorsan**, ben de bunun doğru olduğundan neden şüphe etmeyeyim? Tanrım, yazık. Neden dünyaya erkek olarak gelmeme izin vermedin? Böylece tüm eğilimlerim sana daha iyi hizmet etmek üzre olurdu ve hiçbir şeyde yolumu şaşırmadan erkeklerin olduğu söylendiği kadar kusursuz olurdum. Ama lütfun bana uzatılmadığına göre, hizmetindeki ihmalimi bağışla. Ey adil Tanrı, bu seni üzmesin, çünkü efendisinden daha az armağan alan kul, onun hizmetinde daha az yükümlü olur. Yakınmalarımda bunları ve bundan çok daha fazlasını uzun bir müddete tekabül eden kederli tefekkür vakitlerimde açtım Tanrı'ya. Kendi aptallığımda yeryüzünün en talihsiziydim çünkü Tanrı beni bu dünyada bir kadın bedenine yerleştirmişti.
BURADA CHRISTINE, BİRDENBİRE ÜÇ KADININ NASIL BELİRDİKLERİNİ VE EN ÖNDE OLANIN İLK SÖZÜ ALARAK ÜZÜNTÜSÜ KONUSUNDA ONU NASIL RAHATLATTIĞINI TASVİR EDİYOR
Bu acı veren düşüncelerle son derece meşgulken kafam utançla eğildi, gözlerim yaşla doldu, ellerim kolçağın topuzuna yaslanmış bir halde birden güneşmiş gibi görünen bir ışık demetinin kucağıma düştüğünü gördüm. Sanki uykudan uyanmışçasına ürperdim çünkü güneşin o saatte üzerine ışıyor olamayacağı bir gölgede oturuyordum. Sonra ışığın nereden geldiğini görmek için kafamı kaldırdığım sırada önümde ayakta duran taçlı üç kadın gördüm. Aydınlık yüzlerinin görkemi üzerime ve tüm odaya baştan aşağıya saçıldı. Hal böyleyken kimse bana şaşırıp şaşırmadığımı sormazdı çünkü kapım kapalı olmasına rağmen yine de içeri girmişlerdi. Bir çeşit hayaletin beni saptırmak ve büyük bir dehşetle doldurmak için geldiğinden korkarak alnımda haç çıkardım.
Üçünden ilki gülümsedi ve konuşmaya başladı***: Sevgili kızım, korkma, sana zarar vermek veya seni tedirgin etmek değil, teselli etmek için geldik çünkü ıstırabın merhametimize takıldı. Biz seni, türlü acayip fikrin tesiriyle kesin olarak bildiklerinden kaçınmana ve bilmediklerin, görmediklerin ve tanımadıklarına inanmana yol açarak kendi idrakini kör eden cehaletinden kurtarmaya geldik. Defalarca kendisine kadın olduğu söylenerek kendisiyle dalga geçenlerden ötürü kadın kılığıyla uyuyan ve kimliğinin katiyetinden çok başkalarının yanlış beyanlarına zorlanmadan inanan şu kaba tiyatrodaki aptala benziyorsun. Aklı başında kızım, tüm idrakını mı yitirdin sen? Has altının ocakta test edildiğinde değişime uğramayacağı ve gücünün azalmayacağını, ne kadar çok dövülmüş ve farklı şekillerde işlenmişse o kadar saflaşacağını unuttun mu? En iyi şeylerin en çok tartışılan ve konuşulan şeyler olduğunu bilmiyor musun? Fikirlerden veya göksel maddelerden oluşan gerçekliğin en yüce biçimi sorusunu, asıl hakikati ele almak istersen eğer düşün ki bugüne dek yaşamış olan ve kendi cinsin aleyhine taraf olduğun en büyük filozoflar, fikirlerinin yanlış ve gerçeğe aykırı olup olmadığı meselesini hiç çözebilmişler mi? Ve yine aynı filozofların, tıpkı Aristo’nun Plato ve diğer filozoflarla benzer şekilde konuştuğu ve fikir eleştirisi yaptığı Metafizik adlı eserde görmüş olduğun gibi nasıl çeliştiklerinin ve birbirlerini nasıl tenkit ettiklerinin farkına var. Ve dahası, Doğa ve Ahlak Felsefelerinin en yüksek seviyelerine erişen ve felsefenin prensi olarak bilinmesine rağmen, Saint Augustine ve Kilise Doktorlarının bile nasıl belli pasajlarında Aristo’yu eleştirdiklerini bil. Diğer yandan görünüşe göre, filozofların tüm bu beyanları senin için imanın şartları halini almış, öyle ki asla yanılamayacaklarını düşünüyorsun. Bahsettiğin şairlere gelince, bunların pek çok konu hakkında kurgusal konuştuklarını ve çoğu defa sözlerinin alenen görüneninin aksini kastettiklerini bilmiyor musun? Senin de bildiğin gibi, şu kişi veya bu kişi tüm bunları, bir şeye kötü demekle esasen iyi ve tam tersini kastetmek anlamına gelen zıt anlam kullanma sanatına (antiphrasis) göre yorumlayabilir rahatça. Dolayısıyla sana bu isimlerin eserlerinden yararlanmanı ve onları kadınlara dil uzattıkları pasajlarda esasen neyi niyetlediklerini göz önüne alarak yorumlamanı öğütlüyorum. Belki de kendini Matheolus olarak adlandıran bu adam kendi kitabında tam da bu yöntemi amaçlamıştı çünkü içeriğinde asıl anlamlarıyla alınacak olsa saf sapkınlık sayılabilecek birçok şey var. Tanrı tarafından buyurulmuş saygın ve kutsal olan evlilik kurumuna karşı yapılan saldırılara gelince, sadece Matheolus’da değil, diğer yazarlarda ve hatta yazarının yetkinliği dolayısıyla üstün itibarı malum olan Romance of the Rose’da bile bu içeriğe rastlanır. Kadınların yükümlülük ve kusurları yüzünden bu kurumda bulunduğunu varsaydıkları ve iddia ettikleri fenalığın asılsızlığı tecrübeyle kanıtlanmıştır ve aşikardır. Çünkü bu otoritelerin iddia ettikleri gibi, işin doğası gereği karısına kendini suistimal etme ve aşağılama olanağını veren bir koca nerede görülmüş? Okumuş olduklarından bağımsız olarak asla kendi gözlerinle böyle bir koca göremeyeceksin. Bunlar beceriksizce renklendirilmiş yalanlar. Buradan hareketle, velhasıl, sana söylüyorum ki sevgili arkadaşım, bu safdillik seni bu türden fikirlere sürükledi. Kendine gel, algılarını iyileştir, kendine bu saçmalıklarla daha fazla sıkıntı verme. Çünkü biliyorsun ki, kadınlar hakkında böyle umumiyetle söylenen her kötü söz yalnızca onu söyleyenleri incitir, kadınları değil.
...
* Mathieu of Boulogne, 13. yüzyıl Fransız din adamı ve şair. Evliliğin, kadınlar vasıtasıyla erkeklerin hayatlarını sefil kıldığını iddia eden antifeminist bir çalışma olan Lamentations adlı kitabın yazarı. Pisan’ın eline geçen kitap da budur. (ç.n)
** İncil'den bir söz kastediliyor. "Every matter must be established by the testimony of two or three witnesses." 2 Cortinthians 13:1 (ç.n)
*** Akıl (Reason) adını verdiği kadın konuşuyor. (ç.n)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder