Kandilin verdiği duygu yoğunluğunun etkisiyle Google haritalara girmiş, Süleyman Çelebi'nin türbesi civarında geziniyordum. Fotoğrafın birinde, türbenin de içinde bulunduğu külliyenin hemen önünde bekleyen E12 numaralı sarı bir otobüs duruyordu. Bursalılar bilir. E12 sizi üniversite kampüsünden alır, yüküne daha büyük bir kalabalık kata kata Çekirge sırtlarından Siteler'e yollanır. Armutlu Meydanı'nı gördünüz mü bilirsiniz ki sizi önce minyatür gövdesiyle Lâmiî Çelebi Camii karşılayacaktır.
Sabah 8.00 dersinde Lâmiî'nin Bursa Şehrengizi'ni işlemişsinizdir. Uykunuzu çalan şehrengize hiç de sinirlenmeden Yeşil Külliye'nin nakışçısı Nakkaş Ali'nin Çekirge betonarmeleri arasında boğulan bu şair torununa duyduğunuz sevgiyle, cami tabelasına tatlılıkla bakarsınız. Çok değil, bir durak sonrası da Süleyman Çelebi türbesidir zaten. Garezle marezle uğraşamazsınız. Otobüsün, külliyenin yerleşkesi boyunca geçeceği o on saniyelik süre içinde, içinizden tekrar edeceğiniz Mevlid beytini acil arayıp bulmanız lazım!
Sabah 8.00 dersinde Lâmiî'nin Bursa Şehrengizi'ni işlemişsinizdir. Uykunuzu çalan şehrengize hiç de sinirlenmeden Yeşil Külliye'nin nakışçısı Nakkaş Ali'nin Çekirge betonarmeleri arasında boğulan bu şair torununa duyduğunuz sevgiyle, cami tabelasına tatlılıkla bakarsınız. Çok değil, bir durak sonrası da Süleyman Çelebi türbesidir zaten. Garezle marezle uğraşamazsınız. Otobüsün, külliyenin yerleşkesi boyunca geçeceği o on saniyelik süre içinde, içinizden tekrar edeceğiniz Mevlid beytini acil arayıp bulmanız lazım!
“Ger Muhammed gelmeyeydi âleme.
Tâc-ı izzet irmez idi âdeme”
(Eğer Muhammed âleme gelmemiş olsaydı,
İnsan şeref bulup yücelik tacını giymeyecekti.)
İnsan şeref bulup yücelik tacını giymeyecekti.)
Oh, tamam. Tamam da, bugün de Fatiha yollamayı unuttunuz. Dert değil! Yarın yine geçeceksiniz nasılsa bu yoldan.
"Aman ne diye unutursun her seferinde! Ziya Paşa olsa unutmazdı." Aklınıza, bir dönem Paşa'nın Defter-i A'mâl'inde okuduğunuz bir çocukluk anısı geliverir:
Galata kâtibi Erzurumlu babası, küçükken Kayserili şiir meraklısı bir lalaya, 55'indeki İsmail Ağa'ya emanet eder oğlu Ziya Paşa'yı. Yazacağı ilk şiir ödevini, bir gece değirmen taşının başında birlikte bulgur öğütürlerken alır: Mademki şiire hevesi vardır, önce yazacağı nazım yomlu (uğurlu) olsun diye Peygamber'e bir na't yazacak, redifleri de "yâ resûlallâh" olacaktır. O geceyi masa başında sabah eder küçük Ziyaeddin. Redifleri nakış gibi dizmişse de "anlam hiç aklına gelmez". Laladan yarım bir aferinle geçer ödevi. Kullandığı aruz kalıpları şiirde üstlerini başlarını çekiştirerek oturmakta, kelimeler lalanın yüzüne "dargın öküz gibi bakmakta"dırlar.
Zannediyorum ki Ziya Paşa o gece, kendi fâilâtünlerini Süleyman Çelebi'ninkilere kıyasla küçük, müstefilünlerini yaşına göre büyük bulmuştu. Muhtemel ki Lebib Efendi Konağında pişerek Londra'da rüşdünü ispat etmezden, süren yazı kariyerinde Peygamberi adına birçok methiyeler, na'tlar dizmezden, adının yanına henüz bir Paşa konmazdan ve nihayet Terkîb-i bend şairimiz olarak anılmazdan evvel okumuştu Süleyman Çelebi'yi. Okumamışsa bile ahalinin doğumundan ölümüne, sünnetinden düğününe eşlik eden bu metni bir felaket veya bir saadet kapısının eşiğinde muhakkak dinlemiş, Anadolu topraklarında doğan her Türk gibi hayat yolunun çok başında duymuştu. Mevlidlerden mevlid beğeniyor, Küçük Asya'nın birçok asırlık belaları arasından başını uzatıp kendi zamanına ulaşmayı başaran bu Bursa doğumlu Mevlid'i bir başka seviyordu.
İyi biliyordu; Bursa tekfurdan kalma çehresini yavaş yavaş Müslümanlığa çevirirken bu yeni yüz, bir yanıyla Orhan ve alplerinin yiğitliğinde, diğer yanıyla İmam Süleyman'ın rediflerinde şekilleniyordu.
Süleyman Çelebi yaşı 60'ına varırken, ömrü tamam olurken bitirdi Mevlid'ini. Yani Ziya Paşa ilk çocuk yaşında büyürken, Çelebi ilk ihtiyarlıkta ölürken övdü kutlu Peygamber'ini.
Bu metni Ziya Paşa için bu kadar güzel yapan Mevlid'in hangi faslı, hangi bahri inanın bilmiyorum. Ama Paşa'yı, kendisiyle Süleyman Çelebi arasındaki bu kariyer tezadına gülümserken, tatlı bir kıskançlıkla kendisine ilham yardımına koşsunlar diye ezberindeki Gevherileri, Aşık Ömerleri dürterken görecek gibi oluyorum.
Zaten şöyle diyor Paşa Türkçenin bu kurucu metni için:
Dört yüz seneden beri efâzıl
Bir söz demedi ana mümâsil
Bilmem ne sühandır ol sühanlar
Âşüfte olur hep işitenler
Bilmem ne sühandır ol sühanlar
Âşüfte olur hep işitenler
(Dört yüzyıldır bilginler, ona benzer bir söz söylememiştir. O nasıl bir sözdür ki, işiten herkes mest olur.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder